Sarayın büyük kapıları önünde açılırken İstanbul’un kavurucu sıcağından biraz olsun kurtulacağını düşünüyordu. O elindeki küçük kutuyla bu kadar kan ter içinde kalmışken, yanında koca bir sandık taşıyan yardımcılarının halini düşünemiyordu bile. Saraydan içeri adım atarken hem şehri hem de payitahtı çok özlediğini bir kez daha hissetti.
Yalova’da ona özel tahsis edilen arazide geçirdiği günler ayları, aylar da yılları bulmuştu. Ancak bu süreçte kendine çok ulvi bir görev edinmişti Molla Kamil Efendi. 1688’de dünyaya geldikten sonra henüz küçük yaşlardayken merakı ve zekası ile ilgiyi üzerine çekmeyi başarmıştı.
Yanya Mutasarrıfı Kızıl Rıza Paşa’nın üçüncü çocuğuydu. Kimileri ailesinin aslen Arnavut olduğunu iddia etse de Karaman göçmeni ve Türk kökenli olduğuna dair daha kuvvetli bulgular vardı. Dini bütün, inancı tam olan babası, oğlunun bu kıvrak zekasını din alimi olarak kullanmasını istemişti.
O ise ısrarla rağmen müspet ilimlere yönelmeye karar vermişti. Henüz genç yaşlardayken vefat eden babasından kalan mirasla önce Roma’ya sonra da Paris’e gitmiş ve burada uzun yıllar eğitim almıştı. Uzmanlık alanı ise nebatiye ve ziraat ilimleriydi. Eğitimini tamamladıktan sonra Avrupa’da kalması için davetler alsa da memleketine dönmüş ve İstanbul’da yaşamaya başlamıştı.
Ancak yurt dışındayken kendisine olan ilgi, İstanbul’da, kendi ülkesindeyken neredeyse hiç yoktu, işsiz kaldı. Abisi vasıtasıyla sarayda, bostancıbaşının yanında çalışmaya başlamıştı. O dönemde bu meslek önemliydi, zira lale devrine denk gelen bu süreçte laleden, bitkiden önemli bir şey yoktu…
Ancak sakınan göze çöp batmış, 1720’de adeta bir kıyamet yaşanmıştı. Bu tarihte İstanbul yöresindeki lale bahçelerinin neredeyse tamamı talan olmuş, neden olduğu anlaşılmayan bir hastalık tüm laleleri perişan etmişti. Bostancıbaşından, Molla Kamil’in methini duyan Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa, laleleri yok eden şeyin ne olduğunu bulup tedavi etmesi için onu görevlendirmişti.
Kısa sürede, öğrendiği ilmi ve fenni yöntemlerle hastalığı hem tespit hem de tedavi etmeyi başardı. Bunun neticesinde devrin sultanı 3. Ahmet’in takdirini kazanmış ve Halaskaran-ı Lalezar, yani lale bahçelerinin kurtarıcısı lakabını almıştı.
İlmi yönden kuvvetli olduğunu Osmanlı yönetimine de kanıtlamıştı artık. Kendisine mükafat olarak Yalova’da geniş bir arazı tahsis edilmiş, emrine çalışanlar verilmiştı. Burada ziraat yetenekleri ile hem gelişim hem de tecrübe kazanması kazanacak hem de yeni öğrenciler yetiştirecekti.
Her şey o andan sonra başlamıştı...