Fatih Sultan Mehmet | Ağlasa Derd-i Derûnum

Divan şiirlerini okumakta tereddüt etmişimdir. Ancak derin bir araştırma ile bu alanı biraz daha tanımış ve yakın bulmuş oldum. Osmanlı padişahlarının birçoğu şairlikle meşhurdu. Bir padişah savaş meydanındaki kahramanlığı yanında kalemi de kudretli olmalıydı ki ona şair sultan denilebilsin. Şiirin açıklama kısmını Türkiye Yazma Eserler kurumu tarafından hazırlanan Fâtih’in Divânı adlı eserinden sizlere sunuyorum. Kitap bende mevcut değildi fakat çok güzel bir iş yapılarak kitaplar dijital ortama aktarılmıştır. Birçok eski yazma eserleri orijinal ve çeviri haliyle burada bulabilirsiniz: 1. (Ey sevgili,) yaşlı gözlerim, içimdeki dertleri dökerek karşında ağlasaydı, ancak o zaman gizli sırlarım sana aşikâr olurdu. •Beytin ilk mısraında geçen “ağlasa” sözcüğü, gözün yaş boşaltması anlamında değil; içteki dertlerin dışa dökülmesi, dışa vurulması anlamında kullanılmıştır. 2. Sen, güzelliğin tahtında oturmaktasın; ben ise yolunun üzerinde ayaklar altında kalmışım... Ey benim Süleyman’ım; (aciz bir) karınca, halini sana nasıl arz etsin ki! •Beyitte, Kur’an-ı Kerim’in Neml suresinde geçen Hz. Süleyman kıssasına telmih vardır. Bu kıssada Hz. Süleyman ile karıncaların beyi arasında geçen bir hadiseden bahsedilmektedir. Şair, sevgiliyi güzellik, güç, kudret ve ihtişam açısından Süleyman Peygamber’e; kendisini ise, Hz. Süleyman’ın ordusunun ayakları altında ezilmemek için endişelenen âciz bir karıncaya benzetmektedir. 3. Ey benim (gönül) sarayımın ışığı; şu muma bir bak, meclisinde ağlayıp baştan çıkarak senin için ne de hoş yanıp yakılıyor! •Şekil olarak göze benzeyen alevinin dibinden içinin yağını damla damla akıtarak yanan ve odaları aydınlatan mum, sevgilinin meclisinde yana yakıla ağlayıp ömrünü tüketen âşığa benzetilmiştir. 4. Ey (yüzü) dolunay gibi parlayan sevgilim; aşkının gamında sabah (aydınlığı) kadar sadık olduğum, gün gibi aşikârdır. •Aşk yüzünden çekilen gam, karanlık bir gece gibi düşünülmüştür. Gecenin bitimine yakın fecirden önce tan yeri geçici olarak ağarır. Buna subh-ı kâzip (yalancı sabah aydınlığı) denir. Bundan bir müddet sonra ise tan yeri tekrar ağarmaya başlar ve bu ağarma güneşin doğuşu ile neticelenir. Bu ikinci gerçek ağarmaya da subh-ı sadık (gerçek sabah aydınlığı) adı verilir. Şair, sevgili uğruna çekilen ve geceye benzettiği aşk sıkıntılarının içinde âşığın duruşunun ve hâlinin sabah kadar aydınlık ve gerçek olduğunu ifade ediyor. 5. Ey sevgili; dun (nasıl olduysa) rakibin bana çektirdiği eziyetlere engel oldun... Galiba ahlarım ve feryatlarım sana tesir etti. •Sevgili, âşığa acımış ve rakibin âşığa çektirdiği eziyetleri sona erdirmiştir. Bu ise, âşığın yana yakıla istediği vuslatın gerçekleşmesi ihtimalinin belirmesi demektir. 6. Ey dost; aslında hicran (ayrılık) yarasını -dil ile- anlatabilmek hiç mümkün değildir. (Ancak) paramparça olmuş yakam (veya yaralı sinem), sana gönlümün nasıl şerha şerha olduğunu göstersin. •Âşık, ayrılık yarasının ne kadar acı verici ve şiddetli olduğunu anlatmak istemekte, ancak bunu dili ile yansıtabilmeye imkân bulamamaktadır. Onu ancak, acılarla yırttığı, parça parça ettiği yakası veya yaraladığı sinesi bütün gerçeği ile anlatabilecektir. 7. (Ey sevgili;) Avni’nin gönlünü ve gözünü eziyetlerinle harap etme! Çünkü bu ulu ırmak(a benzeyen gözlerim) sana inciler; bu maden ocağı (gibi kan dolu gönlüm) ise lal (yakut) mücevherleri vermektedir. •Âşığın gözleri deniz veya ulu ırmak gibidir. O denizden veya ırmaktan iri inciler gibi parlak ve taze gözyaşları çıkar. Gönlü ise, kanlı hâli ile lâl (yakut) mücevherlerinin çıktığı maden ocağına benzemektedir. Şair: Avnî / Fatih Sultan Mehmet Yorum: Furkan Özdemir Müzik: Batuhan Fırat - Büyük Selçuklu dizi müzikleri Kapak fotoğrafı: Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed’in İtalyan ressam Gentile Bellini tarafından yapılmış bir tablosu, 1480. Sosyal Medya Hesaplarım
Back to Top